Almanya’da Türkler ve Gâvurlar Deyip Birbirimizi Ötekileştirmek Niye?

Prof.Dr.İbrahim Ortaş tarafından tarihinde yayınlandı

489 views

Son günlerde Akdeniz’de yaşadığımız sorunlar ekseninde konuşmalar
yapılırken bir yurttaş “ gâvurlar” ifadesini kullandı. Yanımızdaki çok
genç biri “gâvur ne?” diye sordu. Sözlük karşılığı “Müslüman olmayan
(dinsiz kimse ) kişiler özellikle Avrupalı, batılıları” belirtmek için
kullanılan bir sıfattır. Son yıllarda çok kullanılmayan ifadeyi gence
uygun dille anlattıktan sonra aklıma yıllar öncesi 09/01/2005
tarihinde İstanbul’dan Köln’e uçan THY-Afyon uçağında yaşadığım bir
olay geldi. Yolcular uçağa alınıyor ve yerlerine oturuyorlar. Ben de
ilk sıraya girenlerden biri olarak içeriye geçtim yerime oturdum ve
çantamda çıkardığım kitabımı okumaya hazırlanıyordum ki, iki kadın ve
bir ince boylu kaytan bıyıklı bey koltuk numaralarının olduğu önümdeki
sıraya yaklaştılar. Önümdeki sırada her halinden Alman olduğu beli
olan sarı saçlı ve açık benizli beye yönelen kadılardan biri, elindeki
biniş kartındaki sıra numarasını göstererek şu numaraya geçer misin?
“kardeş biz birlikteyiz de”. Hiç günaydın, kendi tanıtmak, rica etsem
acaba yer değişikliği yapabilir miyiz? gibi beklenen hiç bir normal
iletişim kurmadan doğrudan vatandaştan yerini değiştirmelerini
istediler. Alman olduğunu anladığımız kişi biniş sıra numarasına baktı
ve kafasını sallayarak olmaz der gibi yaptı. İnce boylu 50 yaş
civarındaki hemşerim, “Gâvur. Boş ver. İnsanlık yok ki“ dedi.  Anladım
ki hemşerilerimin THY yer hizmetleri çalışanları tarafından her üçüne
de aynı sırada yer verilmemiş, Almanın yanındaki iki sırayı kadınlara
vermişler, kaytan bıyıklı erkeğe de başka yer vermişler. Bizimkilerde
üçü bir arada oturmak istiyorlar. Onun için de tanımadıkları kişiye
sıra numaralarını uzatarak sizin yerinizi değiştirebilir miyiz demeye
getiriyorlar. Kitabıma başlamadan, ilgi duyduğum sosyolojinin insan
ilişkileri ve iletişim sorunu olan ülkemden insan manzaraları olgusu
ile karşı karşıyaydım. Buyur, gelen biriniz benim yerime oturun ne
olacak biriniz bir arka sıraya oturun dedim. Olmasa bende yer
değiştirim dedim. Neyse böylece kişilerle konuşma şansı yakaladım.
Nereden nereye yolculuk, kimsiniz, nerelisiniz? diye bizim klasik
sorgulama başladı aramızda. Anladım ki uzum zamandır Almaya2da
çalışıyorlar. Bir tarafı Sivas bir tarafı Kayserili geniş bir aile
üyeleriymiş. Kaç yıldır Almanya’dasınız? Almanya’dan ne öğrendiniz,
dil öğrendiniz mi? Türkiye ile kıyaslama yaparsan ne iyi ne kötü
gibisinden onlarca soru sordum. Tepkiler hep bildikti. Vatandaşlarımız
Almanya’ya 1970’li yılardan giden işçi ailesindeler. Ancak Almanca
öğrenme gereksinimi çok olmamış. Kaytan bıyıklı amca çat pat dil
öğrenmiş, kadınlar çok sonra Almanya’ya aile ile bütünleşmeye
gitmişler ancak çalışmadıkları için Alman toplumuna zorunlu alışveriş
dışında çok karışmamışlar. Üç saatlik yolculuk boyunca yanımdaki
kaytan bıyıklı ve hanım teyzeyle yaptığım sohbet beni çok etkilemişti.
Herhangi bir niyet yoklamasına girmedim vatandaşlarımızın naif dünyası
ve yaşadıkları dünyanın en ileri sanayi ülkesinde yaşamanın derin
sosyal paradoksal yapılarını düşünmeye başladım.

Her Toplumun Kendine Özgü Kültürel Farklılıkları Var

Söz konusu yolculuğumun nedeni olan Köln Üniversitesi Botanik
bölümündeki toplantımızı tamamlandıktan sonra, Alman hocanın misafiri
oldum. Daha önce de ben de ev sahibi olarak Adana’da düzenlediğim
toplantıya katılan Alman hocayı evimizde misafir etmiştim. Daha önce
İngiltere’de doktora yaptığım için Avrupa’daki aile içi kuralları az buçuk
biliyorum. Toplantı sonrası Köln şehir merkezine yakın kalan
yakınlarımın yanına geçtim. Orada da bir gece kaldım ve gördüğüm
Almanya’da Türkiye’yi yaşayan bir yapının oluştuğunu gördüm. İkram
edilen yemekler, sofra düzeni, ev içindeki sosyal yapının geleneksel
köyümüzdeki kültürün orada olduğunu gördüm. Hem iyi hem kötüydü.
Almanya’da kültürlerine sahip çıkmam iyi, ancak içinde bulundukları
kültüre kaygısız veya yabancı kalmak ise çelişkiler içerdiği
görülüyordu. Gençlerin okula gittiği ve dil bildiğini ve sosyal yaşama
uyum sağladığını fark ettim. Ancak yaşlılarla gençler arasında birçok
alanda derin çelişkinin yaşandığı görülmekteydi. Sık sık olaylara
bakış açılarında farklılaşıyorlardı.

Almanya’da evlerin de, iş yerlerinin de yüksek sesle müzik sesi dinleten,
sokakta ve trafikte kurallarına uymayan, evinin 11. katındaki
küvetinde hayvan kesen vatandaşlarımızdan çok rahatsız olan Almanların
olduğunu duyuyordum. Özellikle ırkçı eğilimlilerin bugünlerde sayıları
artan grupların yabancılara karşı düşmanca yaklaştıklarını da
biliyoruz. Bazıları gerçekten çok gaddar olup toptan Alman
olmayanların evlerini yaktıkları da olmaktadır. Neyse ki yine de
yasalar ve aklı-selim insanlar yabancıların Alman ekonomisi ve toplumu
için önemini anlamaktadırlar.

Yıllar sonra tekrar aralıklarla en son da 2017 yıllında Almanya’ya
gittiğimde hemşehrilerimizin çocuklarının çoğunlukla ciddi bir kültür
şoku yaşadıklarını gördüm. Vatandaşlarımızdan yakınlarımızdan işini
gücünü kuran, varsıl konuma gelen çok sayıda insanın varlığı gurur
verici. Ülkemiz için olduğu kadar Alman toplumu içinde iş ve aş kapısı
araladıklarını gördüm.

Yakınlarımızın çocukları kendilerini geliştirmişler; ancak kapalı
yaşayan çekirdek ailelerin bazılarının ne tam kendi kültürünü ve
dillerini biliyor ne de tam Almanca biliyorlardı. Almanya toplumun
sosyal yapısını (alış-veriş dışında) tam yaşayamamakta. Geleneksel
aile kültürünü de tam yaşayamamakta olduklarını üzülerek gördüm.

Türkiye ve Almanya İlişkileri Hep İyi Olmuştur

Yakın zaman kadar Almanlar ile gerek Osmanlı ve gerekse Cumhuriyet
döneminde ilişkiler hep iyi olmuştur. Türkiye’nin müttefiki olması
yanında, ekonomik gelişmemize ve yer yer kültürel gelişimi üzerinden
de önemli etkisi olmuştur. Osmanlının son döneminde batıdaki
gelişmeleri öğrenmek ve yenilikleri geride kalmamak için çok sayıda
öğrenci, asker Almanya’ya giderler. Türkiye üniversitelerini bugünkü
temel çatısını Almanya’dan gelen bilim insanları inşa ettiler. İkinci
dünya savaşında sonra Almanya’nın yeniden inşası için yüz binlerce
insanımız işçi olarak Almanya çağrıldı ve Alman ekonomisine katkımız
oldu. Bugün 4 milyona yaklaşan ciddi bir Türkiyeli insan Almanya’da
çalışıyor. Kimi iş güç sahibi. Vatandaşlarımızın ülkemiz ekonomisine
katkısı küçümsenemez. Diğer taraftan çoğu insanımız Alman disiplini
dedikleri kurallı yaşamayı öğrendi. Kimisi, kaliteli malın Almanlar
tarafından yapıldığını ve Alman arabasından başkasına binmem deyip
durur. Almanlarda ülkemizin tarihi ve turistik yerlerini,
yiyeceklerini içecekleri ve misafirperverliğini çok severler.

Türkiyeli Öğrenciler Almanya’da Daha Başarılıydılar

1988 yılından il defa Almanya’ya Stuttgart’a yüksek lisans öğrencisi
iken 3 aylığına gitmiştim. O dönemde ülkenin gelişmişliği, alt yapı,
işleyen sistemden ve üniversitenin araştırma olanaklarından,
rektörün-dekanın bisiklet ile işe geldiklerinden çok etkilenmiştim.
Tam bir kurallar ülkesiydi. Kentteki canlılıktan çok birey özgürlükler
ekseninde insanlar çok rahatı. Üniversitenin araştırma, kütüphaneden
yararlanma olanakları ilgimizi çekmişti. Sistematik iş disiplini
bölümde çalışmaya başladığım zaman görmüştük. Öğrenci merkezi, tek
kişilik odaları olan öğrenci yurtları, öğrencileri kız erkek ayrımı
yapmadan aynı yurtlarda kaldıkları anlayışı bize o zaman farklı
gelmişti. Kimse kimsenin sınırlarına karışmıyor ve sorumluluklarını
iyi biliyorlardı.

O dönemde yabancı öğrenciler ile Alman öğrencilerin de bu kültürel
farklılıkları yaşadıklarını gözlemlemiştim. Üniversitemizden ve
ülkemizden orada öğrencilik yapan arkadaşlarımızın, Arap ve Asyalı
öğrencilere göre daha rahat ve başarılı olduklarını gözlemiştim.

Almanya’da kaldığım 3 aylık o kısa; ancak yaşam yol haritamı belirleyen
o süreç bilim insanı olmada ve sorumluluk sahibi olmada çok
belirleyici olduğunu bugün daha rahatlıkla söyleyebiliyorum. Almanya
dönüşü bölüm başkanımıza keşke herkes gidip oradaki üniversite
atmosferini görse iyi olur demiştim.

İnsanı Tanıdığımız Zaman Bir Birimizi Ötekileştiremeyiz

Kısadan hisseler, Almanya’ya giden yurttaşlarımızın bulunduğun ortamın
kültürel yapısını bilmeleri birkaç yönden önemli. Her şeyden önce bir
başka ülkeyi kendi yaşam alanın olarak belirlediysek içinde
bulunduğumuz kültürü ve dili öğrenmemiz gerekir.  En azından
teknolojinin en çok yaşama uygulandığı ülkenin yemeden içmeye,
gazetesi, sineması, tiyatrosunu, mimarisini, müzesini bilmek gerekir.
Dili öğrenmek. Bütün bunlar kişiyi geliştirir. Kaldı ki çocuklarımız
da orada Alman eğitim sistemine göre eğitiyoruz.

Ayrıca içinde yaşadığımız ortamda o insanların iç dünyasını anlamak
için yeri geldiğinde misafir olmak, misafir almak da önemli. O zaman
karşımızdakini ötekileştirmek “gâvur” ifadesi ile değil karşınızda
farklılıkları olan, kendine göre değerleri olan bizden farklı
değerleri olan bir insan olduğunu daha iyi anlarız. Yoksa sürekli o ve
ben çekişmesinin bir parçası olursa ki bu bize ve hiç kimseye bir şey
katmaz. Son yıllarda artan ırkçılık ve yabancı düşmanlığı beraberinde
ayrışmaları getirdiği gerçeğini bilerek virajların keskin alınmaması
gerektiğini düşünüyorum. Önemli olan karşıdakini anlamak/anlamaya
çalışmak ve olduğu gibi kabullenmektir. Son 40 yıldır Almanya ile olan
akademik ilişkilerim sürecinde edindiğim izlenim birbirine çok ihtiyaç
duyan iki ulusun insanları yine de ciddi olumlu iş çıkarıyorlar.
Şundan eminim ki insanımız imkân sağlanırsa ve beyinlerindeki
düşünceyi kontrol eden filtreleri rahat bırakılsa çok çabuk bulunduğu
ortama uyum sağlar ve daha üretken sonuçlar alınır. İletişim çağında
küçülen dünyada anladık ki farklılıklarımız var. Dilimiz, inancımız,
kültürel kotlarımız farklı. Bu da her toplumun aldığı eğitim, iş tutma
becerileri ve sorun çözme anlayışlarımız farklı. Ancak ortak yanımız
İNSANIZ. Konuşarak birbirimizi anlarız/ anlayalım da.

Prof.Dr.İbrahim Ortaş

Kategoriler: Felsefe

0 yorum

Bir cevap yazın

Avatar placeholder

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

RSS
Follow by Email
Instagram