Belli Belirsiz

Özlem Yıldırım tarafından tarihinde yayınlandı

446 views

“O kadar çok esrarengiz olgunun nedenini buluyoruz ki bir şeyin bilinemeyeceğine inanmakta zorlanıyoruz.  Ama yine de “bilinemeyen” / “bilinemeyecek” diye bir şey var. O da karşımıza geçmiş sakin sakin işine bakıyor.” diyor yazar Menchen.

Belirsizliğe tahminen ne kadar dayanabilirsiniz? Birkaç hafta, birkaç ay ya da birkaç yıl mı? Peki bizi belirsizliğe bu kadar zaman bağlayan nedir?

Hayatımıza çoğu zaman, sevgi ve nefret, iyi ve kötü gibi kalıplara sığdırarak devam ederiz. Her şey daha iyi hissetme çabası adına. Peki, gelecekle ilgili kaygılarımız ve geçmişte yaşadığımız depresyonlar olmasa ben, ben olabilir miydim? Bizi biz yapan kazandığımız tecrübeler ise o zaman “ben” olma çabası kayıplarımızdan, acılarımızdan geçiyor demek değil mi? Aslında bu kayıplara daima ihtiyacımız var. Bir şey zihnimizde netse kabullenme ve alışma hızımız daha kısa.

Peki ya belirsizlik devreye girdiğinde ayarlarımızı bozan nedir? O kadar çok netliğe körü körüne bağlıyız ki belirsizlikleri de mutlaka netliğe döndürmeye çalışıyoruz. Belirsizliği olduğu gibi kabul edemediğimizden her seferinde zihnimizde işler sarpa sarıyor.

Mutluluğumuzu veya mutsuzluğumuzu mutlaka netliğe bağlamak zorunda hissediyoruz.

Bir kişide, bir işte, bir maddede aradığımız mutluluk veyahut beklentimiz bizi tam da bu noktada bu belirsizliğe bağlayan şey. Elde etme çabasını sürdürürken kendi içimizde onu çok fazla düşünmek ne yaparsak yapalım nereye gidersek gidelim zihnimizde sadece o yankılanırken bunun gerçekleşiyor olması bizim ona bir emek harcadığımızı bize aşılıyor. İnsanlar en çok emek verdiği şeylere bağlanır.

Belirsizliğe katlanıyor almak bile bir emek harcıyormuşuz hissiyatı oluşturur içimizde.

Bir noktadan sonra beklentiler ağır basmaya başlıyor. Artık kusursuz birey kusursuz iş veya mükemmelliğine inandığımız her ne ise ortadan kalkıyor ve sadece onda neyi beklediğimiz neyi bize vermesini istiyorsak o devreye giriyor. Ruhsal bir açlık ortaya çıkıyor. Emek verdiğinin bir karşılığı olmalı. Zihin yavaş yavaş bir takıntı haline getirebiliyor bu durumu.

İşin ilginç tarafı bunun bu şekilde olduğunun farkında olup takıntı haline gelmesine engel olmaya çalışmamakta. Ya da çalıştıkça daha fazla ona sürüklenmek. Peki bizi bu duyguların üstesinden getiremeyen neydi? Burada ego dediğimiz içsellik devreye giriyor. Haklı olduğunda gelen güçle asla doyuma ulaşamayan bir ego. Daha fazla tatmin etmek için sonu gelmeyen ve dozu her seferinde artan tepkiler. Ya mutluluğu girdiğimiz savaşlar sonucu beslediğimiz egoya bağlı olarak yaşıyorsak?

Demek oluyor ki ne kadar mutlu olursak olalım bunu beslemeden asla tam anlamıyla mutlu olamayacağımız. Çünkü benlik her zaman bizim için her şeyden daha üstündür.

Belirsizlikler sonucu egoyu yeterince tatmin edemediğimizde ortaya ne çıkıyor? Belirsizlik ihtiyaç duyduğumuz şeyi bize yeterince sunmamaktadır. Çoğu zaman artan açlığı özlem olarak adlandırırız ve zihnimiz çok fazla irdelemeye başlar. Elde edemeyişimiz sonunda bir acı hissetmeye başlarız. Beyindeki sinir hücreleri normalden fazla işlev gördüğünde gelişigüzel sinyaller iletmeye başlar.

Kontrolü bu şekilde kaybetmeye başlarız. Bilinçsiz düşünce ışık hızından daha hızlı olan tek şeydir bu nedenle ne kadar fazla düşünürsek o kadar çok acı duyarız. Bazen beynimizde yaşanan bu acıyı fiziksel olarak iç organlarımızda hissetmeye başlarız. Bir çeşit dikenli tellerin midenizden çekiliyor olması gibi. Sanki iç organlarınızın yandığını hissedersiniz. Bir süre sonra bedeniniz acı karşısında kendini kapatır ve sonunda acı duyulmaz olur. Acısını duymadığınız her şey sonlanmış olacaktır. Belirsizlik artık son bulmuştur. Orada bir yerlerde varlığı bilinir ama artık görmezden gelinir. Bu dönüşümden sonra her şey bambaşka olmaya mahkumdur.

Özlem Yıldırım

Kategoriler: Edebiyat

0 yorum

Bir cevap yazın

Avatar placeholder

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

RSS
Follow by Email
Instagram