Bilinmeyene Mektuplar – I

“Rüyamda gördüm seni” dedi kendi kendine. Yine yalnız uyanmıştı. Yanında olmasını ne kadar isterdi oysa ki...
Nasıl başlamıştı, nasıl büyütmüştü bu sevgiyi içinde bilmiyordu. Hiçbir özel anları yoktu oysaki. Ama anlamıştı artık, aşk dediği şey kendi içinde yarattığıymış demek ki. Özlüyordu onu, onun ona bakışını bilmeden, elini tutmadan bile. Hayallerinde büyütmüştü onu, onun haberi bile olmadan.
Tanışmışlardı, konuşmuşlardı bir iki kez. O, ona ithafen yapıyordu yaptıklarını, o bunu bilmeden. Yasaktı onun aşkı belki bu yüzden cezbediyordu onu. İçinde bulunduğu durum, aldatılmışlık ve terk edilmişlik ona itiyordu. Kapılar ona açılıyordu ya da o öyle zannediyordu. Hep uzaktaki şeyler, başkalarının yaşadıkları iyi ve olumlu gelirdi ya, bu da öyleydi işte. Onu tanımadan, onu tanıdığına inandırıyordu kendini. Çıkış kapısı olduğuna, tutunacak dalı olduğuna.
Muhteşem bir gölün manzarası gibiydi o. Işıl ışıl ve bir o kadar huzur veren. Ama yasaktı göle girmek. Boğulma tehlikesi vardı. Olsundu, boğulabilirdi. Zaten ne kadar boğulmuyordu ki gölün dışında. Gölün dışı tehlikesiz miydi? Hayır, burada gerçek dünya vardı, yaşadığı dünya. İçinde bulunduğu ve içinde bulunmak istemediği. Kaçmak istediği ama kaçamadığı. Kaçsa ne olurdu? Bir kere hata yapsa, ya da insanların gözündeki mükemmel, olgun, hata yapmayan olmasa.. İçinden geldiği gibi davransa. Yapamazdı, gerçek dünyada sorumlukları vardı. Kalabalıklar içindeydi, ama yalnızdı. İstediği her şey elinin altındaydı. Evi, parası, işi, ailesi vardı. Ama ya yaşamak istedikleri? Özlem duyduğu geçmişi? Onlar terk etmişti onu. Her şeyi dilediği gibi yapamayan, sindirilen, başkalarının istediği gibi yaşayan biri olup çıkmıştı. İşte şimdi de gölün kıyısında bekliyordu. Adım atmaya korkuyordu. Bir adım atsa belki her şeyi tekrar geri kazanabilirdi. İçinde yeşerttiği aşkla ileri bir adım atabilirdi.
Yeniden doğabilirdi…
Yeniden doğmak.. İnsan kaç kere doğar bu hayatta? Annesinin karnından çıktığında mı, annesini terk ettiğinde mi; kendisini bulduğunda mı, hayallerinin peşinde koştuğunda mı? Annesinden doğduğundaki iz onunlaydı, göbeğinde. Kendini bulduğu sandığındaki iz onunlaydı, kasıklarında. Ya sonrası? Nereye gidecekti? İzler silinir miydi? Silinmezdi! Ona hayatın kattığı bir çok şeyden birkaçıydı bu izler de ve ilelebet onunla olacaktı.
Gölün kenarındaydı işte.
Yaklaşıyordu, hayal kuruyordu; ama adım atamıyordu. Belki de içindeki aşkı, o maviliklere duyduğu aşkı içinde tutmalıydı hep. Bir sır gibi saklamalıydı içinde. Bir kelebeğin doğuşu gibi mucizevi ama bir günlük yaşamı kadar hüzünlü. Bir bebeğin yaşamı kadar emek gerektiren ama büyüyüp gidişi gibi acı verici.
Tüm bunları düşünürken geldi o tanıdık ses. Tam da gölün kıyısındayken…
Devam edecek…
Özgür Ece Kandil
1 yorum
Hüseyin Mandıracıoğlu · 27 Aralık 2020 16:14 tarihinde
Özgür Ece Hanım, merhaba, çok güzel bir dergi hazırlamışsınız, tebrik ederim. bendeniz Kıdemli Kimya Mühendisiyim, halen aktif olarak çalışıyorum. Siz her halde İstanbul’da yaşıyorsunuz?
Ben de İzmir’de yaşıyorum. Saygılarımla, başarılarınızın devamını dilerim.