Bilinmeyene Mektuplar – II

Gölün kıyısında bakarken geleceğine durdu gelen sesle. Bir “Merhaba” değiştirmişti her şeyi. Mavi gölün kıyısında maviliklere dalmıştı, onun maviliğine. Hep böyle ufacık şeylerden umut doğuruyordu kendine. Ne kadar da saçma! Hey, büyüdün artık! Çocuk değilsin ki! Ahh, şu tabular. Hayır; çocuktu o, çocuk kalmak istiyordu. Yaşın ne önemi vardı ki?! Madem öyle, neden çocukluğu bir çırpıda geçivermiş yaşayamamıştı dilediğince.
Yaşıtları saklambaç oynarken duvarların ardında o saklanıyordu gerçek hayattan.
Kaçmak istiyordu acılardan ama kaçamıyordu içinde bulunduğu çocuk-ergenlikten. Kurallar nerede o zaman? Çocuk yaşta çocuk olamadıysa büyük yaşta büyük olmak zorunda değildi o zaman. Çocuk yaşta yapınca “Ah, ne olgun çocuk” derlerdi, överlerdi. Şimdiyse “Koca kadının yaptığına bak” derler, yererlerdi. Dünyanın saçma tabuları işte.
İçinde yaşayabilirdi ama…
Kimse bilmezse yadırgamazdı da…
O da bilmeyecekti. Karşılaştıklarındaki mutluluğunu, konuştuklarındaki heyecanını kimseler bilmeyecekti. Onunla kurduğu düşleri… İçinde büyüttüğü bebek gibi mucize kattığını hayatına. Tutunma gücü verdiğini bilmeden. Mantıklı(!) davranmalıydı. Öyle de yaptı. Uzaklaştı maviliklerden. Döndü sırtını. İçinde hüzün, gözünde bir damla yaş içine hep akıttığı. Siyah betonların arasına dönmeliydi. Geçmişi ve geleceği içinde tıkılıp kaldığı. Yapmak isteyip yapamadıkları, yapıp tekrar edemedikleri arasında sıkışmış bir şekilde döndü sırtını mavisine.
Belki dedi içinden en son, “Belki, bir gün…”
Özgür Ece Kandil
0 yorum