Borçlusun

Özledim ben bugün… Aylardır özlediğim gibi ama en çok bugün, başka bir özledim . Kış güneşinde denizin dalgalarını görünce, iyot kokusunu içime çekince yeni yerler, yeni yollar keşfedince. Maskelere rağmen gülen insanlar, oynayan çocuklar ve köpekler görünce. Yürüdüm yürüdüm farkında olmadan dört km olmuş. Sonra sevdiğim adamla paylaştım denizi, güneşi evet daha ışınlanmayı keşfedemedik biz ikimiz ama en azından görüntülü konuşabiliyoruz özlediklerimizle dünyanın dört bir yanından denizin dalgalarını, gözümüze giren hırçın kış güneşini …
Yürürken ağaçları da seyrettim kimi yapraklarını dökmüş, kimi hala yeşil üzerinde çiçekler, mandalinalar, portakallar hani sevmezsiniz yemeği ama görünce canınız çeker, burnunuza o an gelmese de mis gibi kokar işte öyleydi mandalinalar. Ulu çınarlar gördüm sonra kim bilir kaç yıllıktır diye düşündüm ve sonrasında çocukluğumda oturduğumuz evin bahçesindeki 100 yıllık çitlembik ağacı… Hikayesini de anlatayım size çitlembik ağacımızın altında kocaman bir kovuk vardı ve babamlar ağacın içinin boş olduğunu söylemişlerdi, ben çocuk aklımla örümceklerden çok korkmama rağmen kovuğun içine sokardım kafamı acaba oradan bakınca gökyüzü görünüyor mu diye. Görünmüyordu. Ben hep ağaç yaşlandığı çürüdüğü için içi boş zannederdim meğer öyle de değilmiş. Babamlar daha çocukken bir gün babaannem çamaşır kaynatırken bahçede yaktığı ateşle o hale gelmiş çitlembik ağacı, kovuk baca görevini görmüş ve içi iyice boşalmış. Sonra komşuların tavuklarının yumurtalarını bıraktığı yer oldu o kovuk.
Hızlandıkça daha çok şey geldi aklıma kısacası duygularım oldukça açıldı. Aslında derste Sayın Murat Gülsoy Hocam hep demez miydi? ‘Bir deli defteriniz olacak, gördüğünüz, hissettiğiniz şeyleri o an kaybetmeden yazacaksınız’ diye. Benim de vardı yıllar boyu hatta saklarım hala ama yıllardır da yok neden sormadım hiç kendime ama olmalı sil baştan başlamalı belki…
Bir amca gördüm sonra oldukça yaşlı maskesi var ama bir de turuncu bir papatya kondurmuş kulağının kenarına. Ah ne güzel bir yaşam sevinci dedim içimden ve keşke ben de bulsam o papatyadan diye yürüdüğüm yol üzerindeki bahçelere baktım, bulamadım. Oysa ne çok severim ben de saçıma çiçek takmayı. Çocuk misali özendim işte. Yürümeye devam ettim eve yaklaştıkça her şey daha hızlı akmaya başladı tam o an bir şey oldu tam da o andı beni zınk diye yolun ortasında durduran. Bir evden gelen sesti sebebi kulak kesilmemin, bir türküydü çalan çok da severim türküleri dağlara, yollara, denizlere , sevdalara yakılmış türküleri… Biraz daha dikkatli dinleyince bir Karadeniz türküsü olduğunu anladım ve Kazım Koyuncu’nun sesiydi rüzgarla ahenklenen… Ah be çocuk erken gittin ne demiştin? ‘Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik. Teşekkürler dünya. Devrimi düşlüyorsan ona göre yaşarsın, yürüyüşün farklı olur…’ Hissetmiştin gideceğini, hepimiz de biliyorduk belki de o günün geleceğini ama kabul edemezsin ya o anın zorundalığını, biz de duyana kadar kabullenemedik. Bir kez daha anarken seni satırlarımda bu anları yaşamamı sağlayan aileme ve tüm sevdiklerime borçluyum bugünümü. Ve satırlarımı Ankara’daki öğrencilik yıllarımın en büyük hediyelerinden biri olan konserinde haykırarak söylediğimiz Grup Yorum’un şarkı sözleriyle bitiriyorum.
‘Tutmamışsan kolundan bir tükenip yorulmuşsun
Avutmamışsan umutsuzluğu ‘su’ diyene vermemişsen
Sende iş yok be kardeşim alnındaki çizgilere gözündeki ışıltıya
Borçlusun sen yaşamın kendisine
‘kolay gelsin’ dememişsen taş kıran işçilere
‘Günaydın’sız bırakmışsan bahçe bezeyenleri
Pankartlı yürüyüşlere ve halaylı grevlere katılmayı bir aşk gibi ta şuranda duymamışsan.
Söz: Hasan Hüseyin
Müzik: Grup Yorum
Nihan Vardar
0 yorum