Deli Ayten’den Kadına Şiddete

Cinsel Yoksunluk
Günümüz Türkiye’sinde taassup derinleşmiş iken cinsel özgürlüğü tartışmak hiç kolay değil. Seks yapmak temel insan ihtiyacıdır (https://www.cetad.org.tr/). Seks yoksunluğu birçok sorunun kaynağıdır. Daha önemlisi büyük bir istismar alanı oluşturur. Ama yurdumuzda bu konunun üstü örtülmüştür. At gözlüğü takılmışçasına bu konunun görülmesi istenmez. Peki, evli olmayan gençler bu arzularını nasıl karşılıyorlar biliyor muyuz, güvenilir bir bilgiye sahip değiliz. Konu kamuoyunda tartışılmadığı gibi bilimsel araştırmalarda da ele alınışı yetersizdir.
Genelevlerin sayıları giderek azalıyor.
Bu evlerde erkeklere hizmet vermek üzere belki birkaç bin kadın kalmış durumda. Fakat kayıt dışı 100 binlerce kadın, güvensiz ortamlarda seks esnafı olarak çalışıyor. Gençler ihtiyaçlarını bu kadınlar ile ya da internette kontrolsüz pornografi ile karşılıyor olmalılar. Diğer yandan kültürümüzün normalize kadınları seks hizmeti veren kadınları aşağı görürler ve varlıklarından tedirgin olurlar (bu makalede normalize kadınlık kavramı ile egemen kültürle uzlaşı içinde olan kadın değerleri kast edilmiştir). Normalize kadınlar erkeklerle ilişkiye girmek için bazı şartların yerine gelmesini isterler. Sosyal pozisyonlarına göre kadınların çoğunluğu evlilik şartlarını yerine getiren erkekle ilişkiye girer. Bunun önemli bir istisnası kadının aşık olmasıdır. Aşk akılla pek bağdaşmaz. Aşk için kültürün normalizasyonuna bir direniştir de denilebilir. Bu durumda riske girerek erkekle şartsız olarak ilişkiye girebilirler.
Üniversite mezunu bireyler üzerinde yapılan yakın zamanlı bir araştırmada kadınların ilk deneyimlerini 24 yaşından sonra, erkeklerin ise 20 yaşından önce yaşadıkları belirlenmiştir.
Toplumun daha eğitimsiz ve düşük gelirli kesimlerinde bile evlilik yaşının yükseldiği biliniyor. Dolayısı ile gençlerin büyük çoğunluğunun seks hormonlarının yüksek olduğu evrede uzun yıllar cinsel perhiz yaşadıkları söylenebilir. Bu perhize zorlanmış olmak da bir tür şiddet olabilir. Düşünülürse biyolojik temelli bu ihtiyacın karşılanamamasını cinsel istismardan kadın cinayetlerine, yoksulluktan, sinir hastalıklarına kadar buzdağı gibi büyük sorunlara kaynaklık yapıyor olabilir.
Feodal kültürde cinselliğin sıkı şekilde kontrol altına alınmış olması anlaşılır bir durum. Daha yüz yıl önce bizlerin dedelerinin babaannelerinin 15 yaşında evlendirilmeleri gayet normaldi. Her kadından 10-15 çocuk doğurması beklenirdi. Çünkü tarım kültürü ekonomisi buna ihtiyaç duyardı. Atalarımızın zamanında değer yargıları ve üretim kültürleri ile tutarlı bir hayat yaşadıkları söylenebilir. Muhafazakârlık adına bugün erken evlenemeyen gençlerden cinsel perhiz yapmalarını istiyoruz. Bu eşyanın tabiatına aykırıdır, insanın sosyal yaşamına iyilik getirmez. İnternet ve akıllı yazılımların hızla yaygınlaştığı, nihayet Ericaların (kadın androidler) hizmete başlamakta olduğu bir çağda bu taassup hangi akla sığar? Toplumun liderleri bu akıl dışılıklara “Hadi oradan!” demedikten sonra muhtemelen zorlukları, dramları yaşaya yaşaya evrileceğiz.
Cinselliğe erişimin bu denli güç olduğu bir ülkede büyük istismarlar da şüphesiz beklenmeli.
Bu perhizin yarattığı belki en masum istismar seks esnafı kadınlarını çoğalması iken en kötüsü sapıklığın yaygınlaşması olabilir. Bu perhizle ne derece bağlantılı bilinmez ama dikkat çeken yeni kadın hizmetleri daha var; eskiden yalnızca pavyonlarda konsomatrisler vardı. Kadınsız erkekler ya da zengin ve başka kadını hissetmek isteyen erkekler buralarda onlarla sohbet ederlerdi. Şimdi bunların yanında neredeyse mahalle arasındaki birahaneler de bile kadın garsonlar hizmet vermeye başlamış durumda. Hatta biraz kozmopolit mahallelerde daha da alt gelir grubu kadınsız erkeklere hizmet için Meral Ablanın çay evleri açılmaya başlanmış.
Bugün sevişebilmeleri için insanlardan nikâha, imam nikâhına sahip olmaları istenir (gelir seviyesi yüksek, seçkin çevrelerin bireyleri hariç), evlilik olmadan sevişilecek ise ancak “ölümüne bir aşk” içinde olunursa belki izin verilebilir. Aşk feodalitede kontrol altına alınmış kadının cinsel arzularına bir supap gibidir, aşk kadının sevişebilmesine toplumun göz yumduğu riskli ama meşru bir çözümdür. 21.yy da bugün bile kadınların özgürce sevişmek için kullandıkları en meşru araçlarıdır belki aşk. Bundan ötürü olsa gerek günümüzde aşk, şiddeti zayıflasa da çok yaygınlaşmıştır. Ama aşk aynı zamanda riskli bir çözümdür, her zaman çıkışı olmayabilir, Deli Ayten’in öyküsü de bunlardan biridir:

Ayten 1935 doğumludur. 1992 yılında yalnız yaşadığı evinde ölü bulunması ile sona eren 57 yıllık hayatı bir aşk öyküsü dramıdır. 14 yaşlarında, mahallesinde yaşayan kendisinden 5 yaş büyük yakışıklı “Cümbüş Hasan” a aşık olur. Hasan alkolik ve düzensiz bir kişi olduğu için ailesi Ayten’in evlenmesine izin vermez. Ayten bu kavuşamamayı normalleştiremez ve yavaş yavaş akli dengesini kaybeder. Daha sonra divane şekilde Bursa sokaklarında “Hasanım neredesin “ diyerek sevgilisini aramaya başlar. Ayten’in hayatı aşkına feda olmuştur. Bu aşk öyküsü Bursa esnafının hafızasında güçlü şekilde yer ettiği için bugün Kızyakup Parkında heykeli dikilmiştir.
Şiddete Nasıl Seyirci Kalınıyor?
“İzmir’in Konak ilçesinde İrfan Çengel’in güzellik salonu işleten eski sevgilisi Birgül Bilal’i (32) pompalı tüfekle öldürüp, kardeşi Songül Bilal’i (29) de yaraladıktan sonra yaşamına son verdiği olayın görüntüleri ortaya çıktı. Görüntülerde Çengel, vatandaşların ‘yapma’ uyarısına rağmen cinayeti işledikten sonra intihar ediyor.” (Sözcü, 17 Ekim 2019). Sonu ölümle biten o denli çok kadına şiddet var ki! Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu internet sitesinde kadın cinayetlerinin arşivi grafik şeklinde düzenlenmiş. Sayfada hangi yıl kaç kadın cinayeti var, öldürülen kadınların kimliklerini ve cinayetlerin kara öykülerini okuyabiliyorsunuz. Herkese açık değerli bir bilgi kaynağı oluşturulmuş. Arşiv 2008 yılından başlıyor, her yıl kadın cinayetlerinin arttığı görülüyor. 2019 yılına 414 cinayet ile rekor kırılıyor. Bir toplum temelinden sarsılıyor. Buzdağının görünen kısmı!
Ancak sorunun kaynağına inen ne yeteri kadar bilimsel araştırma var ne de kamuoyunda anlaşılır şekilde sorunun temelleri tartışılıyor. Bu dramlar yaşandıkça tüm taraflar pasif bir şekilde izlemekle yetiniyor. Feminist kadın gruplarının tepkileri de antik dönem tiyatrolarındaki kadın koroları gibi yalnızca acının etkisini derinleştirmeye yarıyor. Toplum kanayan bu yaraya karşı çözüm üretemiyor, seyirci kalıyor.
Olgular ilgi çektiği için ve iktidarın bu tür haberlere karşı bir sansürü olmadığı için medya topyekûn bu haberleri gündem yapıyor. Bu dramlardan belki kazançlı çıkan tek taraf reytinglerinden dolayı medya olabilir. Mevcut bilimsel çalışmalara bakıldığında kadına şiddetin nedenlerini araştıran çalışmalar olduğunu söylemek de güç. Toplumun ilerici görünen kesimleri sorunun kaynağını zaten biliyor gibi bir tutum içindedirler. Onlara göre açıklama çok basittir, toplum yobazlaştıkça bu cinayetler artmaktadır, yobazlığın nelere mal olacağını dair bu olaylar ibrettir. Ülkenin 70 yılına damgasına vuran muhafazakârlığın son temsilcisi iktidar çevreleri ise üzgün gözlerle mağdurlara acıyor görünüyor, fakat onlar için de nedenler çok açık; onlara göre din geleneğinden sapılmış olması nedeni ile bu tür olaylar yaşanıyor. Yani bu dramların aktörleri dinin gereklerini yerine getirmedikleri için bu sapkınlıklar, cinayetler yaşanıyor. Her ne kadar suçlular cezalandırılacak olsa da toplum için bir ders olması bakımından muhafazakârlar için bu olaylar kıymetli derslerdir. Soruna müdahil olan feminist gruplar ise ayrı bir hayal kırıklığı gibi. Çünkü Feminizm bilim çağının bir sosyal hareketidir. Maalesef onun temsilci gruplarını okuduğunuzda soruna erkekliği lanetleyerek çözümü bulunacağına inandıkları izlenimini alıyorsunuz. Sonuçta olası ilgili kesimlerin hiç birinin sorunun nedenleri hakkında bilimsel bir görüşe sahip olmadıklarını söyleyebiliriz.
Kadına Şiddete Eleştirel Bir Bakış
Çağımızın üretim bilgisi ve organizasyonu içinde insandan beklenen becerilerin hiçbirinde biyolojik cinsiyet farklılığı anlamlı bir yere sahip görünmüyor. Belki kadın erkek eşitliği günümüzde tartışılacak bir konu bile değil artık. Kadın yeni üretim ilişkilerinde her geçen gün başarıları ile kendine güvenini perçinlemektedir. Yukarıda adını andığımız platform, kadının modernleşmesini şöyle tarif ediyor “Türkiye’nin her yerinden ve her kesiminden kadın, çalışmak, eğitim almak, mutlu değilse boşanmak ya da ayrılmak, istemediği bir şeye zorlanmamak, kendi hayatı hakkında karar verebilmek istiyor. Bu kaçınılmaz ve geri çevrilemez bir tarihsel süreçtir”. Kadın artık kaderini erkeğine bağlamak istemiyor, onunla bir gelecek düşündüğünde umutsuz ve zorluk dolu bir hayat görüyorsa eş değiştirmeye kalkıyor. Eş değiştirme talebi ise cinsel tabuları tetikliyor. Peki, bu tabular neden halen canlı?
Normalize kadınlar ülke kültüründeki eski değerlerin varlığını sürdürmesinde bir paya sahip olabilir mi? Sosyal hayat erkeğin lehine görünse bile aslında yaygın cinsel açlık, dişi cinsel organına olan büyük talep kadının toplum içindeki değerini artırıyor. Öyle ki biraz eli yüzü düzgün bir kadın maddi olarak güçlü bir erkekle evlendiğinde itaat etmesi ve birkaç çocuk doğurması dışında çok da yıpranmadan, zorluk görmeden rahat bir ömür yaşayabilmektedir. Dolayısı ile günümüz kadını zorluklar yönünden feodal dönem kadınları ile kıyas bile edilemez. Kadınlar modernleşirken, modernizmin getirdiği her türlü olanağı kullanmak isterken, dişi cazibesini de yaşamak istiyor ve feodal dönemin kendilerine getirdiği avantajları da bırakmaya istekli görünmüyorlar (aydınlanmış kadınlar hariç). Kadına şiddeti besleyen kültürel sebeplerden biri de kadının kendinde barındırdığı bu ikilik olabilir. Keza kadına şiddet uygulayan oğlanların yetişmesinde kadınlarında sorumluluğu olsa gerek. Öte yandan bugün batı yaşam tarzında yaşayan kadınlarımız bile iş cinselliğe geldiğine kendisine dokunacak erkeği titiz şekilde seçmekte, bin yıllık namus kültürünün izlerinin sergilendiği evlilik ritüellerini keyifle yaşamak istemektedir. Birçok kadın evlilik dışında aşk düzeyine gelmeyen bir tutku olmadıkça erkeklere dokunmaktan kaçınmaktadır. Diğer yandan erkeklerle kolay ilişkiye giren kadınlar hemcinsleri tarafından dışlanmakta ve aşağı görülmektedir. Yani bin yıllık muhafazakâr kültürün beslediği akılcılıkla bağdaşmayan birçok değerin normalize kadınlarda canlı bir şekilde yaşadığı söylenebilir. Belki de kültürümüzün normalize kadınlığı hem modern olanı hem geleneksel olanı isterken bir yönü ile kadına şiddete kaynaklık etmektedir.
Sonuçta yaşanan şiddete seyirci kalmamak için öncelikle sorunların kaynağını erkek egemenliğine indirgeme kolaycılığından vazgeçmek gerekiyor. Kadınlar ve erkekler insanlığın nereden gelip nereye gittiğini ve ne olmak istediklerini sorgulamalıdır. Artık toplumumuz derin düşünmeyi (eleştirel düşünmeyi) öğrenmeli, aksi halde kolay bir çıkış da görünmüyor.
0 yorum