Karanlık Madde

“İstemeden varım ve istemeden öleceğim. Olduğum şeyle olmadığım şey arasında, hayal ettiğim şeyle hayatın beni yaptığı şey arasında bir boşluğum.”
Bundan tam 86 yıl önce, bambaşka bir coğrafyada, farklı yüzleri tanımaya çalışan ama dünyayı aynı karanlık perdenin arkasından gören bir diğer lanetli ruhtu belki de Pessoa’nın ruhu da. Yerin üstü ve altı, bastığımız toprak, oluştuğumuz hücreler ve her gece bize parıldayan yıldızlar. Hepsinin bir anlamı olmalı ve biz ‘hayatın sırrını’ bulmalıydık değil mi? Bir an olsun hepimiz içimizden geçirmişizdir, “Acaba buradaki anlam nedir?” diye. Bazısı tutunacak bir dal olması için arar bu anlamı bazısı ise düşünmemek ister ve melankolik bir biçimde akışın içerisinde kaybolur gider. Kaybolmamak istiyordu ve zamanın durmaksızın akan nehrinde sürüklenmeye devam ediyordu Ari, çenesinde kıvrılmış sakallarını okşuyor ve kömür karası defterine ekliyordu; “Yazmaya başlamak için bir sorun mu olmalı?”
Acaba Kierkegaard ya da Twain de yazı tahtalarının başına oturmak için en dipteki zamanlarını mı bekliyorlardı yoksa zaten hiç görmüyorlar mıydı gün ışığını…
“İnsanı bunaltmayan, ancak at kestanelerinin beyaz çiçeklerini açmalarına ve zihnimdeki kelimeleri daha kalemin ucundayken buharlaştırmaya yetecek bir sıcaklık hakim havaya. Güzelyalı için fazla samimi bir hava. Belki de gündüzleri kalemimi elime almaya alışık olmadığımdan, havayı suçluyorum ve olduğundan sıkıcı bir anlam yüklüyorumdur. Zihnimdeki toz bulutlarını dağıtamıyorum. Geçmişten gelen alışkanlıkları bırakamadığım gibi tıpkı…”
“Hayat çok güzel gidiyorsa mutlaka bir yanlışlık vardır!”
“…gördüğümü sandığım belki de gördüğüm rüyalar da aynı hikayeye ait. En muhteşem olanları çoğunlukla sonunda kabusa dönüşmez mi? En korkunç rüyalar, en güzel rüyaların negatifleri ve henüz banyo edilmemiş fotoğraf ikizleri değiller midir? İşte tüm bu düşünceleri toplamaya çalışırken daha derin düşünürken buluyorum kendimi. Zihnimin bu kadar derinleşmesinin sebebi defterin yapraklarının alışılmışın dışında seçilmiş olmasından diye de düşünmeden edemiyorum. Hepimiz siyah kalemle beyaz sayfaları kirletmişizdir, fakat kaçımız siyah yaprakları beyaz kalemimizin ışığıyla aydınlatmaya çalışırken yormuşuzdur aciz ruhlarımızı? Ya da sadece hayatın anlamsızlığını ararken benliğimi yüceltmeye çalışıyorumdur-“ Ari’nin odasının ahşap kapısı açılmış ve sözcükleri kaleminin ucunda, defterinin adeta bedeni olan siyah yapraklarına dokunmayı bekler bir halde öylece donup kalmıştı. Yamalı perdeleri sürekli kapalı olduğundan, ne zaman açtığını unuttuğu sarı masa lambası dağınık saçlarının karışıklığını aşarak arkasındaki duvara ulaşmak için bütün fotonları ile saldırıyordu. Kafasını kaldırdı, gözbebekleri yuvalarına sığmayacak kadar büyümüştü. Sanki boyutlar kırılmış, görünür ışık ve dalga boyları yer değiştirmiş gibiydi. Kalbinin damarlarına pompaladığı bütün kanı hissedebiliyor, kulaklarında daha önce hiç duymadığı ama ezbere bildiği bir piyanonun tuşları çalınıyordu. Uzay – zaman içerisinde çok küçük bir zerrecik olan bu betimleme günler gibi hissedilmişti bedeninde.
Ve birden her şey durdu!
Bazı yaşanmışlıklar pelesenk olur hatıralara. Pişmanlıklarımız, mutluluklarımız ya da her ne şekilde adlandırıyorsanız. Fakat sonunda zamanın galip gelerek bütün bu olanları yutacağını ve her hikayenin bir sonu olmadığını bilmeli insan.
Özgür Ekin Vardar
0 yorum