Marangoz Altan

Büyüdüğüm sokaktayım. Önceden babaannemin, şimdiyse amcamın yaşadığı evin balkonundan sokağa bakıyorum ve çok da iyi hatırlıyorum marangoz Altan’ın atölyesini, evini. Derme çatmaydı ikisi de. Arada bahçe kapısından kulağının arkasına koyduğu kalemiyle elinde testere kendine zarar vermeden nasıl kestiğini seyrederdim hayretle. Sonra uzuvlarından birini hafif uçurduğunu hatırlıyorum.
Karısının ince bir sesi vardı hani komşuculuk oynayarak ömrünü geçiren kadınlardan. İki oğlu vardı, evcilik oynardık. Tahtadan ev yapma planlarımız boşuna, hiç izin vermediler. Çünkü biz içinde kendimizin oyun oynayabileceği bir ev istiyorduk. Evciliği biraz ciddiye almıştık sanırım.
Olmadı. Çocuklardan küçük olanı iyi flüt çalardı sonrasında da klavye, büyüğü göz süzerdi uzaktan daha bir çekingen ama delici bakışlar. Küçük olan nerede bilmem ama büyük olan hala küçük kasabamızda ve hala kömür kömür bakan bir balıkçı oldu.
Marangoz Altan hep çalışırdı. İş yeri evinin bahçesinde olduğundan mıdır bilmem para kazandıkça kendine yeni bir atölye yaptı. Sonra bahçeyi mezarlıklardaki duvar taşlarıyla çevreledi ve tabii ki ev. Evlerine o kadar çok şey eklediler ki, şu an önünden geçerken yapısal biçim olarak adlandıramadığım ama sanırım kocaman kapalı bir balkonları oldu. Oradan her geçişimde kalabalık kadın sesleri, bazen coşkulu kahkahaları, sokaktan duyulan çekirdek çitleme sesleri ve bir de bunlara balkonun ortasındaki kırmızı ışık eklenince aklıma bir kerhaneden başkası gelmiyor. Marangoz Altan hep evinin bahçesinde veya çarşıdaki kaldırımda öyle oturur kadınlar evde güler, eğlenir. Hak değildir bu ama artık çoktan pezevengi olup çıkmıştır evinin.
Nihan Vardar
0 yorum