Ruh Sağlığı ; Osmanlı ve Günümüz

Yıllardır akıl ve ruh sağlığı konusunda farkındalık yaratmak için yazmaya çalışıyorum. Ama maalesef bir “Ruh Sağlığı Yasamız” bile yok. Nedenlerini yazıda satır aralarında hissedebilirsiniz.
Aslında bu yazının amacı günümüz değil Osmanlı da Ruh Sağlığına bakışı yansıtmak.
Yolunuz Edirne’ye düşerse Tunca Nehri kenarında ki Trakya Üniversitesi Sultan II.Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesini görmeden şehri terk etmeyin.
Müze, Sultan II.Bayezid Külliyesi içindeki Darüşşifa bölümünde yer almaktadır.
Sofu Bayezid olarak ta tanınan 8. Osmanlı Padişahı II. Bayezid tarafından yaptırılan ve 1488 yılında hizmete açılan bu Külliyenin konumuzla ne ilgisi var diyebilirsiniz.
Fatih’in İstanbul’u Fethetmesi ile kapanan Ortaçağ bir yerde Rönesans’ın başlamasına neden olmuştur.
Avrupa da 12. ve 13. Yüzyıllardan başlayarak Hristiyan kilisesinin katı, acımasız, dogmatik tutumlarına karşı giderek artan tepkiler belirmiştir.
Sanatta, kültürel yaşamın her kesiminde gücünü dinden alan otokratik ve feodal kuruluşların egemenliği giderek zayıflamaya başlamıştır.
İşte bu sıralarda artık büyücü avı, akıl hastalarını şeytanın temsilcisi diye yakma uygulamaları sonlanmıştır.
Avrupada ki bu gelişmelerin başladığı yıllarda yaptırılan bu külliyede yüzyıllar boyunca tıp öğrencileri yetiştirilmiş, hastalara şifa dağıtılmış ve fakir fukara doyurulmuştur.
Darrüşifa kısmı ise dönemin en önemli sağlık merkezlerinden biridir.
Kuruluşunda her türlü hastalara hizmet vermiştir, öyle ki kuruluş vakfiyesinde hastanenin personeli sayılırken 2 cerrah ve 2 göz doktorundan da söz edilir.
Demek ki 1500’lü yıllarda bu mekanlarda göz hastalıklarına dahi bakılmaktaydı.
Daha sonraki yıllarda şifahane, ruh hastalarına yönelik hizmet vermeye başlamış ve hastalar, dönemin tıp bilgi ve ilaçlarının yanı sıra, su sesi, musiki, güzel kokular ve çeşitli meşguliyetlerle tedavi edilmişlerdir.
Hatta hastane akustiği ve planlaması açısından müzikle tedaviye uygun bir şekilde inşa ettirilmiştir.
Ve 1912 yılına kadar akıl hastalarının yatırıldığı bölümleri kullanılmıştır.
Evliya Çelebi, merkezi binada haftanın üç günü müzisyenlerin hastalara konser verdiklerini söylemektedir. Darüşşifada ilaç ve müzik tedavisinin yanında güzel kokularla rehabilitasyon yapıldığı da bilinmektedir.
Ortaçağın kapanması ruh hastalıklarını katı, dogmatik, yarı dinsel inançlarla açıklayan görüşlerin ve uygulamaların son bulması ile Avrupa da hızla gelişen bilimsel çalışmalar döneminde psikiyatri alanında da gerçek bilimsel çalışmalar başlamıştır.
İlk olarak 17. Yüzyılda, ruh hastalıkları hakkında bir kararın din adamlarınca değil, hekimlerce verilmesi gerektiği kabul edilmiştir.
Avrupa’da bu gelişmeler olurken uzun yıllar boyunca hastalara şifa dağıtan bu şifahane, 1850’li yıllardan sonra, sadece ruh hastalarının tecrit edildiği bakımsız bir kurum haline gelmiştir.
Bina bir yandan bakımsızlıktan, diğer yandan yatağı dolan Tunca Nehri’nin taşkınları sonucu büyük zararlar görmüş ve günümüzde Trakya Üniversitesine devredilerek Sağlık Müzesine dönüştürülmüştür.
19. Yüzyılda Breuer, Freud, Adler ve Jung ruhsal bozuklukların anlaşılmasında, dinamik psikiyatrinin gelişmesine öncü oldular.
Fakat bu konuda asıl çığırı açan hekim Freud’dur. 1900’lü yılların başından itibaren çağdaş psikiyatri Avrupa’da gelişirken bizler 21. yüzyılda Avrupa ortaçağın karanlıklarına gömülmekteyiz.
Avrupa Akıl Çağına adım atarken biz akıl çağından ortaçağın karanlık zihniyetine geri dönüş yapmışız.
Bu gerilemenin nedeni din olamaz. Çünkü II: Bayezid zamanında da İslam aynı idi şimdide aynı.
Fark; zihniyetin değişerek eğitimin geriletilmesi diye düşünüyorum.
İlhan Vardar
1 yorum
Ahmet Can · 22 Mayıs 2021 15:03 tarihinde
“Avrupa Akıl Çağına adım atarken biz akıl çağından ortaçağın karanlık zihniyetine geri dönüş yapmışız”. Sayın İlhan bey, bu tespitinize aynen katılıyorum. İnşallah bu kâbustan kurtulur ve Yüce Atatürk’ün zikrettiği “İlim ve Bilime” döneriz.