Yargısız İnfaz

Bana ön yargılardan arınmayı öğreten herkese ithafen…
Yürüyordu ıssız sokaklarda, tek başına…
Buluşacaklardı bir saat sonra, boş binaların ortasındaki o parkta. Dün öğleden sonra çağırmıştı onu konuşmak için. Netliğe kavuşturacaklardı aralarındaki husumeti. Hala bu noktaya nasıl geldiklerini düşünüyordu. Farkına varmadan nasıl da gelmişlerdi bu noktaya. Nerede hata yapmıştı? Kendi mi hatalıydı? Hep kendinde mi hata bulmalıydı? Hayatı boyunca hep böyle olmamış mıydı aslında.. Hep kendinde bir hatayı bulmuş, hiçbir zaman karşı çıkmamış ve hiçbir zaman “HAYIR” diyememişti. Hep başkalarının istekleri daha önemli olmuştu ve diğerlerini mutlu etmek.. Dışarıdan bakıldığında çok “sabırlı” bir kişiliği vardı. Öyle miydi aslında? “Sabırlı olmak”la “umarsız olmak” arasında sıkışmıştı aslında. Sabretmek değildi onun yaşadığı, umursamamaktı…
Neyi umursaması gerekirdi? İnsanların yalanlarını mı, onu sırtından vuruşlarını mı, üzüntüleri mi, hataları mı, sevinçleri mi, kısa mutlulukları mı?…
Hayır, aslında hep gülümseyen o maskesini takıp dışarı çıkmak daha kolaydı. Herkese karşı saygılı, sevgi dolu, hep “evet” demek daha kolaydı. Çekincesi yoktu. İnsanlar onu hep böyle tanımıştı. Ama aslında böyle miydi? İşte bu sefer gerçekten bir “HAYIR”ı hakediyor bu soru. Aslında kendi iç dünyasında her şeyi bilen, üzülen, kızan, tartan, ölçen olmuştu. Ama bunu yansıtma kısmını pek beceremiyordu. Becermek de istemiyordu. Ne gerek vardı insanların onu tanımasına. Aslında tam olarak da bunu istiyordu. İnsanların onu istediği kadar tanımaları…
Ama sorun da buradan çıkmıştı işte.
O ıssız sokaklarda düşünüp dolaşırken her zamanki halinden farklı davrandığını düşündü ona karşı. Evet artık sınır noktasına gelmiş ve içinden gelenleri “kendi” gibi ifade etmişti. Ama onu hep tekdüze ve hep aynı şekilde susan, evet diyen haliyle bilen o, bunu yadırgamıştı. Problemin asıl kaynağı da bu olmuştu. Tek bir isyanda, tek bir gerçekte yine suratına kapanmıştı kapılar. İnsanlar sen ne yaparsan yap, ne kadar süre olduğu fark etmeksizin ne kadar iyi olursan ol ilk kendilerince “kötü” noktada sırtlarını dönüyorlardı işte.
Yargısız infazla… Konuşmadan… Ön yargılarının esiri olarak…
İşte, artık yapması gereken belliydi. Maskesini takıyordu yine. Karşısında duruyordu, gelmişti buluşmaya. Suratı üzgün bir haldeydi. Kızgın ve sitemliydi, belli. Yürüdü ona doğru, karşısına geldi, durdu. Sarıldı sımsıkı.. “Özür dilerim, seni kırmak istemedim” dedi maskesinin ardında.. Yine dönmüştü umarsız kişiliğine, “gerçek” mutluluğuna…
Özgür Ece Kandil
4 yorum
Merve Yılmaz · 27 Mayıs 2020 15:02 tarihinde
Yazı ne ara bitti anlamadım,dil çok akıcı..Kesinlıkle devamı gelmeli..👏🏻👏🏻
Özgür Ece Kandil · 27 Mayıs 2020 15:10 tarihinde
Beğenmene çok sevindim 🥰
Canan Bilgi · 27 Mayıs 2020 23:24 tarihinde
Yazın harika Ece, evet bazen hayır demeyi bilmeliyiz. 👏👏👏👏
Serdar Sayaca · 29 Mayıs 2020 07:34 tarihinde
“Hayır” diyemeyip bir çırpıda okudum. 😊