Yol

İlkokuldaki resim derslerimi hatırlıyorum. Klasik bir ev mutlaka bacası tüten, arkasında dağlar ve üzerinde güneş… Bir dere, balıksız olmayan, belki birkaç ağaç, bir çoğumuz bunun alternatiflerini çizerek geçirirdik. Siz diyin hayal gücü ben diyeyim yeteneksizlik.
O yaşlarda sokakta oynarken gökyüzündeki bulutlara bakarak simalar çıkarmaya çalışırdım.
Uçakların bıraktığı izleri kaybolana kadar izlemeyen yoktur. Dedemin bir bahçesi vardı, sabahları ağaç sesleri ile uyanmanın büyüsü hala dün gibi dipdiri zihnimde. Çimenlerde uzanırken sağa sola döndüğümde ezilmelerinin verdiği kokuyu hala alabiliyorum. O yaşlardan kalan en güzel anım annemle papatya toplamaya gitmekti. Elimden tutar ve en yakın tepeye çıkardık. Uzun saplı olanlar ve yaprakları en geniş olanları toplamanın verdiği haz… Bu heyecan ile birçok kez yönümü kaybetmiş ne çok uzağa gittiğimi dönüş yolunda anlamıştım. Hayatımın en güzel hediyesi annemin bana o papatyalardan yaptığı taçtı. Büyüktü, kafamda tam durmuyordu lakin bir önemi yoktu; sahip olma kavramını yeni yeni öğrenen biri için kusursuzdu.
Hissetmiştim. Değerliydim.
Bir mayıs akşamı, yağmurun aydınlığı ile havası kararmayan bir gece yarısı. Çatı katında otururken saçaklara çarpan yağmur sesini dinlemek… Kısık sesli biraz soğuk parçalar. Anılara, beni ben yapan şeylere tutunarak onların hissettirdiği o güzel hislere dalmak. Olaylardan, kişilerden ziyade hissettirdiklerine duyulan özlem. İnsanın iç huzuruna duyduğu özlem. Büyüdükçe yaşamı boşa harcama kaygısı gün geçtikçe bilincimde epeyce yer ediniyordu. Bu durumla ilgili sinir uçlarımdan geçen bütün elektriksel olayları hissediyor, duygu durumumda meydana gelen değişimlere bir türlü engel olamıyordum. Sanki bir enkaza dönüşüyordum bir süreliğine.
Elbette geçiyordu. Geçmeli.
Hikayeler… Kimliğimizi yaratan, insanın ruhuna nakış gibi işlenirken mutlak huzura kavuşmadan sökemeyeceğimiz hikayelerimiz. Onları dinlerken, izlerken ya da yaşandıklarına şahit olurken yürünen yolları görmek. Gri sisli, stabilize yollar. Nereye gidildiğinin bilinmediği lakin her dinginlikten sonra yeni baştan son sürat devam edilen. Ara ara arkaya bakıp ne kadar gelindiğini görmenin verdiği his. Belki eskiye özlem belki gelinen nokta için duyulan gurur. Kaç kişi güzel bir şeyler görüyordu? Kaç kişi memnun yürümüştü?
Daha güzel bir yol için mi bütün bu yorgunluk yoksa yürüdükçe geride yarım bıraktığımız şeylerin verdiği tutku ile sürüklenmek mi?
Bitmek tükenmek bilmeyen başka bir yolla birleşme arzusu. Bununla daha güçlü olacağını hissettiren iç güdü baskısı nereden geliyor ? Nihayet tamamlandığımızı sandığımız ve doruklara ulaşan mutluluğumuz… Engebelerden sonra düşülen hendekler ile pek de öyle olmadığının anlaşıldığı sancılı ayrılıklar… Bir süreliğine yön kaybı yaşamak… Artık havanın sürekli soğuk ve sisli olacağının kesinliği…
Kısa bir mola.
Ellerimi dizlerime koymuş soluklanırken ağzımdan hızla çıkan buharın atmosfere yayılması. Saç uçlarımda biriken nem. Dizlerde titreme. Ara sıra etrafa bakıp bir çıkış arama endişesi. Hava artık tamamen karanlık. Hızını arttıran rüzgarın göz bebeklerimde dolması ile gelen hissiz bir gözyaşı boşalması. Engel olunamayan, bir o kadar da duygu barındırmayan. Sonunda halledememiş olmanın verdiği vazgeçiş. Belki biraz buna mecbur bırakılışa içerlemek. Daha ne kadar çiçekler ekip hemzemin olması için çabalayabilir insan derken en sonunda bir başka yolun kuvveti ile toparlanmak.
Asla sonu gelmeyen sınırsız bu döngüde yeniden yeniden kaybolmak…
Özlem Yıldırım
0 yorum